Prof. Dr. Yakın Ertürk: Bu sadece iktidarın, siyasi partilerin ve PKK’nın değil; hepimizin meselesi

Kürt sorununun çözümü için başlatılan süreç kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu çalışmalarına başladı. Komisyon kurulmadan hemen önce 220 sivil toplum örgütü, toplumun tüm kesimlerini temsil eden örgütlerin sürece dahil edilmesi gerektiğine dair bir açıklama yaptı. Yazar, akademisyen ve siyasetçilerden oluşan Barış İçin Toplumsal Girişim Platformu da benzer bir ihtiyaca işaret eden bir açıklama kaleme aldı.

Platform Üyelerinden Birleşmiş Milletler’in kadınlara yönelik şiddet konusunda eski özel raportörü, emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Yakın Ertürk’le Türkiye’nin sürecini konuştuk. Ertürk, sivil toplum katılımının neden önemli olduğunu ve kadınların rolünü dünya örnekleriyle anlattı.

“Toplumun çeşitli kesimleriyle Meclis arasında bir köprü vazifesi görebileceğimizi düşünüyoruz”

Ertürk’ün sorularımıza yanıtları şöyle oldu:

-Türkiye’de devam eden sürece sivil toplumun katılımı neden önemli?

“Ekim 2024’te ‘sürecin’ siyaseten dile getirilmesiyle birlikte barış hareketleri ivme kazandı. Süreci barış için bir fırsata çevirmek, konuyu toplumsal tartışmaya açmak amacıyla bazı faaliyetler başlatıldı. Barış İçin Toplumsal Girişim Platformu (BTGP) olarak da Kürt sorununun barışçı çözümünün Türkiye’de toplumsal ve siyasal barışı sağlayacağını ve bunun ancak demokrasi ve insan hakları temelinde çözülebileceğini vurgulayarak iki temel iradeye işaret ettik: TBMM ve geniş tabanlı sivil toplum kuruluşları. Bunları birbirinden bağımsız görmüyoruz, aksine kalıcı bir barış için bu iki irade arasında güçlü bir bağ kurulması gerektiğini savunuyoruz. Bu bağlamda, BTGP olarak toplumun çeşitli kesimleriyle Meclis arasında bir köprü vazifesi görebileceğimizi düşünüyoruz ve bu yönde katkı yapmaya talip olduğumuzu gerek siyasi partilere gerekse kamuoyuna çeşitli vesilelerle duyurduk.

“Günümüz siyasi ortamında barış savunuculuğu riskli bir alan oluşturuyor”

Ancak, demokrasi ve hukuk devletiyle bağdaşmayan uygulamaların devam ettiği günümüz siyasi ortamında barış savunuculuğu riskli bir alan oluşturuyor. Hukuki güvenceyle donatılmış bir altyapı olmadan sivil inisiyatifin kendini özgürce ifade etmesi çok da mümkün değil. Çeşitli yaptırımlara çarptırılan barış imzacılarının durumu hala toplumsal hafızadan silinmedi.

“Bu sadece iktidarın, siyasi partilerin ve PKK’nın değil; hepimizin meselesi”

Süreç, iktidar kanadı tarafından “silahsızlanma” ve “terörsüz Türkiye” olarak lanse edildi ancak bu sürecin hak ve özgürlükleri teminat altına alacak bir yaklaşımla toplumsal barışı sağlaması yönünde bir beklenti var. Bu iki anlayış birbiriyle ne kadar uyumlu? İşte, sivil toplum katılımı sürecin güvenlikçi yaklaşıma terk edilmemesi açısından önemli. Uluslararası tecrübeler gösteriyor ki, başarılı bir süreç çatışan tarafların, diğer paydaşların, mağdurların katıldığı kapsamlı bir yaklaşımla ancak mümkün.

Bu süreç sadece iktidarın, PKK’nın ve siyasi partilerin meselesi değil; tüm toplumu, beni, seni, hayatımızı ve toplumsal geleceğimizi belirleyecek nitelikte bir mesele. Hepimiz sürecin bir parçası olmak durumundayız.

“Komisyonun tüm sorunları etkili bir biçimde çözmesini beklemek gerçekçi değil”

40 yılı aşkın süren bir çatışmadan söz ediyoruz. Çatışmayı körükleyen nedenler çözüm beklerken, bir de bu süre içinde yaşanan yeni mağduriyet, sorun ve güvensizlikler oluştu. Demokrasinin, yargının ve ekonominin büyük darbe aldığı, vicdanların her gün yaşanan siyasi operasyonlarla yaralandığı bir dönemde Meclis komisyonunun tüm sorunları etkili bir biçimde çözmesini beklemek çok gerçekçi değil.

“İlk 5 yıl içinde başarısızlığa uğrama oranı yüzde 40”

-Dünyadaki örneklere baktığımızda sivil toplum katılımının nasıl bir dönüştürücü etkisi olduğunu görüyoruz?

“Barış antlaşmaları için süreklilik ve kalıcılık kritik bir mesele. Zira, ilk 5 yıl içinde antlaşmaların başarısızlığa uğrama oranı yüzde 40; çatışmanın tekrar başlama olasılığı yüzde 60 dolayında.

Geniş katılımlı süreç konusunda iki farklı görüş de var. Bazı düşünürler ve siyasilere göre masa kalabalıklaştıkça süreç uzayabilir, taraflar arası mutabakat zorlaşır ve masa terk edilebilir. İkinci görüşe göre ise, geniş katılımın zorlukları olsa da uzun vadede kazanım ve mutabakat açısından çok daha olumlu bir etkiye sahip. Zira, geniş çaplı katılım süreci meşrulaştırır ve sahiplenilmesini sağlar. Sürecin sabote edilme riski de geniş katılımla frenlenebilir. Dolayısıyla etkisi çok daha uzun soluklu olur.”

“Sivil toplumun Meclis komisyonuna eklemlenmesi gerekir”

-Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun çalışma usul ve esaslarına ilişkin ilk kararlarında belirlenen gündem doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarından temsilcilerin toplantılara katılabileceği/davet edilebileceği ifade ediliyor. Bu yeterli değil mi?

“Geçmişte de meclis komisyonları toplumun farklı kesimlerini temsil eden kişileri, uzmanları toplantılarına davet edip görüşlerini dinlemiştir, bu tabii ki olumlu bir gelenek. 2013’te çözüm sürecine ilişkin kurulan komisyona ben de davet edilmiştim. Ancak önemli bir bilgi kaynağı olan komisyon tutanakları büyük ölçüde atıl bir biçimde raflarda toz topluyordu. Yeni süreçle birlikte bunlar ilgilenenlerin erişimine açıldı. Ancak, daha kalıcı ve daha etkili olması için sivil toplum katılımının gözlemcilik ve başvurulacak uzman görüşü olmanın ötesine geçmesi ve sürecin entegre bir parçası olması gerekir. Bir başka deyişle, sivil toplumun aktif ve sürekli katılım sağlayabilmesi, toplumun farklı kesimleriyle komisyon arasında köprü oluşturabilmesi için sivil toplumun Meclis komisyonuna bir şekilde eklemlenmesi gerektiğini düşünüyorum.”

“Komisyonda daha cinsiyet dengeli bir temsil beklerdim”

-Benzer süreçlerde kadın bakış açısının önemine vurgu yapan çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Komisyonda kadın temsil oranı oldukça düşük. Nasıl değerlendirirsiniz?

“Türkiye zaten kadının siyasete katılımında çok gerilerde. Ama böyle bir komisyonda doğrusu biraz daha cinsiyet dengeli bir temsil beklerdim. AKP’de 21 üyeden 4’ü kadın. MHP’de hiç kadın yok. CHP’nin 10 üyesinden sadece 3’ü kadın. Bir tek DEM’de eşit katılım var. Diğer partilerde ise sıfır. DEM’in örgütlenme mantığı zaten kadın-erkek eşitliği ilkesine dayanıyor.

“Kadınlar sadece savaşın mağdurları değil, savaşın destekleyicileri; barışın da kurucuları olabilirler”

Kadınlar hep savaşın mağduru olarak nitelendirildi. Ya savaşın kaçınılmaz enkazı olarak göz ardı edildiler ya da korumacı politikalarla mağduriyetleri katlandı. Fakat kadınlar sadece savaşın mağdurları değil, savaşın destekleyicileri, katılımcıları ve barışın da kurucuları olabilirler. Dolayısıyla kadının bu kadar farklı toplumsal rolleri üstlenmiş olmasının göz ardı edilmesi, cinsiyetçi yapıların ve korumacı politikaların yeniden yeniden üretilmesine neden oluyor.

Öte yandan barış süreçlerinin kalıcı barış ve toplumsal cinsiyet adaletini sağlayabilmesi için kadınların müzakere masasında sayıca ‘kritik kitle’ oluşturmaları gereği artık öğrenilmiş bir gerçektir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ‘kadın, barış ve güvenlik kararları’nın da iki temel amacı var; kadınların çatışma çözümü, barışın inşası süreçlerine eşit katılımı ve barış süreçlerine kadın bakış açısının entegre edilmesi. Kararın kabulünden 25 yıl sonra güvenli sektöründe kadın istihdamında önemli artışlar oldu. Ancak dünyada kadınların ve cinsiyet sorunlarının resmi barış süreçlerine entegrasyonu, beklentileri ne yazık ki karşılamadı. 1990-2017 yılları arasında arabulucuların sadece yüzde 2’si, müzakerecilerin yüzde 8’i ve tanıkların/imzacıların yüzde 5’i kadınlardan oluşmaktaydı. 2017’de imzalanan 11 anlaşmadan sadece üçü ilgili hükümler içeriyordu. Bunun pek çok nedeni olsa da dünyadaki gidişatı genel olarak 11 Eylül sonrası güvenlikçi gündemle ilişkilendirmek mümkün.

‘Feminist barış’ kavramı

Oysa feminist barış anlayışı ulusal güvenliğin sağlanması ve silahların susmasının ötesinde insan hakları, yaşam güvenliği ve şiddetin engellemesini talep eder. Bu bağlamda, şiddeti ve yıkımı besleyen ana akım söylem ve kurumların, şiddet içermeyen alternatiflerin benimsenmesiyle kademeli olarak değiştirilebileceği inancına dayanır.

“Kadınlar iktidara mesafeli, barışçıl değerlere yakın konumda”

Bunu savunurken şunu da ifade etmek gerekir; karar alma süreçlerinde kadın temsili ve bakış açısı savunusu özcü bir anlayışa dayanmıyor. Her ne kadar kadın olmak masaya feminist bakış açısı getirmek için kendi başına yeterli olmasa da toplumun yarısının yok sayılması da artık kabul edilemez bir ayrımcılık. Ayrıca kadınlar, farklılıklarına rağmen, iktidar ve güç odaklarına erkeklere göre daha mesafeli konumlarda. Çatışma sürecindeki benzeşen deneyimleri ile de barışçıl değerlere daha yakın bir konumdalar. Bu yüzden karar verme süreçlerinde statükoyu değiştirmek açısından farklılık yaratma potansiyeline sahipler.

“Sivil toplum barış hareketleri içinde en güçlü olan kadın hareketi”

Türkiye’de de sivil toplum barış hareketleri içinde en güçlü olan kadın hareketi. Bu konuda çalışan sayısız kadın örgütü var. 2013’teki çözüm süreci resmi anlamda başarısızlıkla sonuçlansa da barış için mobilize olan kadın barış hareketi güçlendi ve kayda değer deneyimler kazandı. Çözüm sürecinde görünürlük kazanan kadınların barış hareketleri genel olarak 1990’lı yıllarda Kürt kadınların çatışma sürecindeki deneyimleriyle ilişkili. Zaman içinde Kürt kadınları Türkiye’nin diğer bölgelerindeki kadınlarla barış konusunda ortak dil ve ortak mücadelede birleştiler.

“İktidar karşısında en etkili sivil inisiyatif kadın hareketi”

Dolayısıyla, bugün, egemenliğin yeniden paylaşımı ve toplumsal barışın inşası gibi barışın iki temel hedefinden gittikçe uzaklaşan iktidar karşısında en etkili sivil inisiyatifin kadın hareketi olduğunu düşünüyorum.

“Umarım 9 kadın temsilci cinsiyet hassas bir tutum sergiler”

Temsilde cinsiyet eşitsizliği, bugün azgınca ifade edilen toplumsal cinsiyet karşıtlığını besler ve pekiştirir. Umarım komisyondaki 9 kadın temsilci cinsiyet hassas konularda etkili duruş sergileyebilirler. Bu tabloda; sivil toplum katılımı resmi heyetteki temsil dengesizliklerinden kaynaklanan boşlukları doldurmak açısından da önemli.”

“Adalet ve demokrasiyi sağlayamayan bir sürecin barış getirme şansı yok”

-Bu süreçte hangi risklere dikkat çekersiniz?

“Her ne kadar her çatışma ve her barış sürecinin hikayesi farklı olsa da dünya deneyimlerinde bazı benzer unsurlar bulunuyor, dolayısıyla Türkiye’deki süreci değerlendirirken bunlar ışık tutabilir. Örneğin, emperyalist çıkarlar, çatışma ortamında silah kültürüyle yetişmiş nesiller, kemikleşen suç ve çıkar şebekeleri, genelleşen şiddet olgusu, demokratik gerileme, ekonomik alt yapının tahribatı, toplumsal kutuplaşma ve yaşam ortaklığı için güven sorunu.

Çoğu barış sürecinde öncelikli kılınan silahların susmasıyla birlikte muhalif liderler sisteme entegre olurken tabandakiler kaderlerine terk edilmekte, yoksullaşma, mülksüzleşme ve servet yoğunlaşması artmakta, çeteleşmeye bağlı yeni güvenlik sorunları ortaya çıkmakta, kadın ve azınlıklara yönelik ayrımcılık ve şiddet şekil değiştirerek yaygınlaşmakta. Bu sorunlarla baş etmek ’Terörsüz Türkiye söylemiyle çok da bağdaşmıyor. Toplumsal boyuta evrilmeyen, adalet ve demokrasiyi sağlayamayan bir sürecin barış getirme şansı yok.

İstikrar – adalet paradoksu

Pek çok barış sürecinde olduğu gibi Türkiye deneyiminde de bir istikrar paradoksundan söz edebiliriz, yani ‘silahların susması mı adalet mi?’. Silahların susmadığı bir yerde adalet sağlanamaz, adaletin istikrar için feda edildiği bir yerde silahların tekrar devreye girmesi ise kaçınılmaz. Bu iki süreci birbirinin zıttı olarak görmemek, birlikte düşünülüp planlanması gerekir.

“Guatemala’da derin yoksulluk ve ayrımcılık; Kolombiya pamuk ipliğine bağlı”

Silah/adalet ikilemini kökünden çözebilmiş barış sürecinin varlığından söz etmek zor. 36 yıllık çatışmadan sonra 1996’da oldukça ilerici bir barış antlaşmasının imzalandığı Guatemala’da yerli halk hala derin yoksulluk ve ayrımcılık içinde yaşıyor. Daha yakın zamanda imzalanan ve iyi örnek olarak gösterilen Kolombiya barış antlaşması uygulamada pamuk ipliğine bağlı.

“Sadece 1 günlük ateşkes olsa…”

Bununla birlikte, BM HCR (Mülteciler Yüksek Komiserliği) 2018 raporu verilerine göre bir günlük ateşkes ile çatışmalardaki 900 can kaybı, 2 bin kişinin sakat kalması 21 bin kişinin yerinden edilmesinin engellenebileceğini gösteriyor.

Sonuç itibariyle istikrar ve adalet ikilemini birbirinden kopuk algılayamayız. Onun için Meclis komisyonunun şeffaf ve demokratik ilkelere göre çalışması ve sivil toplum potansiyelini içselleştirmesiyle süreç silah bırakmanın ötesine taşınabilir.

Görünmeyen güç ilişkileri, gizli pazarlıklar

Bir de barış ve çatışma konularında müzakere masasına gelmeyen ama sürece olan güveni etkileyen görünmeyen güç ilişkileri vardır. Türkiye’de sürecin şimdiye kadar kapalı kapılar ardında yürütülmüş olması görünen ve görünmeyen güç ilişkileri, gizli pazarlıklar gibi konularda pek çok spekülasyon yapıldı. Meclis komisyonu şeffaf, kapsamlı ve demokratik ilkelere göre çalışırsa toplumdaki kafa karışıklıkları ve güvensizlikleri giderme şansı olabilir.”

Riskleri olsa da böyle bir umudun peşine düşmeye değer

-CHP başta olmak üzere muhalefet partileri de demokratikleşme adımlarını da kapsayan bir süreç olması gerektiğine vurgu yapıyor ama bir yandan da Türkiye’deki antidemokratik uygulamaların süreci zehirleyeceğine dair endişeler var. Nasıl değerlendirirsiniz?

“Sürece yönelik güvensizlikler yadsınamaz, engebeli ve tuzaklı yollardan geçileceği muhakkak. Ancak tüm bu olumsuzluklar adım atmamak anlamına gelmemeli, süreci fırsata çevirmek için sınırları zorlamak zorundayız. Zira içinde bulunduğumuz antidemokratik ortamda bir müzakere kapısının açılması ilgili taraflar, özellikle de kadınlar ve haklarından mahrum bırakılmış diğer gruplar ve de Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için bir umuttur. Riskleri olsa da böyle bir umudun peşine düşmeye değer. 

Sürecin başarıya ulaşabilmesindeki en kritik aktör iktidar

Milli Dayanışma, Kardeşlik, Demokrasi Komisyonu‘nun bu fırsatı, insan hakları ve barış konusunda önemli bir birikim, hafızaya sahip sivil toplumu da dahil ederek iyi değerlendirmesini umuyorum.

Ancak bu sürecin başarıya ulaşabilmesindeki en kritik aktör iktidardır. Antidemokratik uygulamalar ve vicdanları yaralayan hak ihlallerinin son bulması, Anayasa ve AİHM kararlarının uygulanması ve yargı bağımsızlığının derhal tesisi için adımlar atılmazsa eşitlik, demokrasi ve refah için bir fırsatın daha kaçırılması kaçınılmaz.”

Related Posts

Fenerbahçe’nin rakibi Benfica oldu

Feyenoord’u eleyerek UEFA Şampiyonlar Ligi Play-off Turu’na yükselen Fenerbahçe’nin rakibi Portekiz ekibi Benfica oldu.

MİT gizliliğini kaldırdı, sitesinde paylaştı: Nazım Hikmet’e ait olduğu düşünülüyor

Milli İstihbarat Teşkilatı, bir belgenin daha gizliliğini kaldırdı. Gizliliği kaldırılan arşiv belgesinde, Nazım Hikmet’in imzası ile birlikte bir çizim ve ünlü şairin Davet şiiri yer alıyor. Belgedeki çizimin Nazım Hikmet’e ait olabileceği belirtiliyor.

‘Süreç’ komisyonu üçüncü kez toplandı

“Terörsüz Türkiye” adı altında başlatılan süreç kapsamında Meclis’te kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, üçüncü kez toplandı.

Son dakika Balıkesir’de deprem mi oldu? Az önce deprem Balıkesir’de nerede oldu? Balıkesir deprem Kandilli ve AFAD son depremler listesi 12 Ağustos 2025

Son dakika Balıkesir deprem haberleri..Balıkesir’de deprem mi oldu? Az önce deprem Balıkesir’de nerede oldu? Balıkesir Kandilli ve AFAD son depremler.. 12 Ağustos 2025 Balıkesir deprem son dakika haberleri haberin detayında…Artçı deprem mi oldu Balıkesir’de? Balıkesir son deprem büyüklüğü ne kadar? Balıkesir’de ve Balıkesir yakınındaki depremler nelerdir? Balıkesir’de anlık deprem mi oldu? Son dakika Balıkesir canlı deprem haritası..Kandilli rasathanesi ve deprem araştırma enstitüsü ve AFAD Balıkesir deprem haberleri.. Balıkesir’de hangi ilçelerde deprem oldu ve hangi ilçelerde en çok hissedildi? Bugün Balıkesir’de deprem mi oldu? Deprem Balıkesir’de ne zaman ve kaç şiddetinde oldu? En son Balıkesir’de nerede deprem oldu? Balıkesir deprem haberleriyle ilgili en çok merak edilenlerin cevabı haberde..

Anne ve oğlunun öldüğü kazada yürek burkan detay

Amasya’da otomobil ile patpatın çarpıştığı kazada Nesrin Pazar (52) ve oğlu Fatih Pazar (22) yaşamını yitirdi, 6 kişi de yaralandı. Anne Nesrin Pazar ile oğlu Fatih Pazar’la ilgili detay ise acıyı ikiye katladı.

Erdoğan’dan ‘sahte e-imza’ ile ilgili ilk açıklama

Kabine sonrası açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’yi sarsan ‘sahte e-imza’ skandalına ilişkin yaptığı açıklamada; suçun bir yıl önce tespit edildiğini ifade etti. Erdoğan, “Kim milletin hakkına giriyorsa yakasına yapışacağız” dedi.